Onlar..
Uçmanın bir meydan okuma olduğunu Onlar’dan öğrendim. “Uçmak yerçekimine karşı çıkmaktır. Uçmak doğaya isyan etmektir” dediler.
Pilotların, doğaya ve doğala meydan okuduklarını gördüm. Ağır hareketlerine, telaşsızlıklarına imrendim. Onların, hızı havadayken sevdiklerini anlayamadım. Sakinliklerini kıskandım. Altlarındaki metal yığınının hantallığının Onlar’ın tüm aşırılıklarını törpülediğini kavradım.
Dağları, dereleri, tepeleri aşağılarcasına uçarken gözlemeye çalıştım Onlar’ı. Yüreklerinden geçen bin bir duygu selini öğrenebilmek için çırpındım. Ama olmadı. Sepette uçmakla, uçurmak arasındaki kilometrelerce yolu aşamadım. Kendimi, bir kartalın pençesindeki fare gibi hissettim. Yerde de uçar gibi yürümelerine, konuşmalarına boyun eğdim.
On dakika sonra terden sırılsıklam hale gelecek uçuş tulumunu pırıl pırıl halde giyerlerken kaderleriyle dalga geçtiklerini gördüm. Rugan ayakkabılarını, uçuş aletlerine göstermek için ayna gibi parlatmadı Onlar. Ellerindeki levyeye, önlerindeki onlarca göstergeye güzel gözüksün diye sinekkaydı tıraş olmadı Onlar. Onlar ölüme giderken, çirkin suratlı Azrail’e meydan okumak için böyleydiler.
Çok pilot tanıdım. Çatışmanın tam ortasından yaralı alan, ayakları kadar genişlikte bir yere inip cephane taşıyan helikopterler gördüm. Bir roketle vurulduktan sonra, önündeki cama, başındaki kaskına sıçrayan kan lekeleriyle uçmaya devam edenleri duydum. Pilot arkadaşının cenazesini taşıyan pilotları dinledim.
Uçmanın özgürlük olduğunu, bağımsızlık olduğunu dinledim Onlar’dan. Üç galon benzin, iki galon yağ ve birkaç metal parçasının insan ruhunda yarattığı fırtınaları anlayabilmek için gereken tek şeyin, uçma yeteneği olduğunu öğrendim.
Her çocuk gibi pilot olmak istedim. Rüyalarımda mavi göklerde uçtum, uçak maketleri yaptım, kuşların kanatlarını, gagalarını inceledim. Ama olamadım. Pilot olmak için, gerçek bir pilot olabilmek için, bu yeteneğin doğuştan insan benliğine yerleşmiş olması gerektiğini öğrendim.
Uğraştım, didindim ama pilotları anlatan bir öykü yazamadım. Bülent’i, Sedat’ı, Önder’i, Ferruh’u, Oğuz’u yazayım dedim, beceremedim. Gökyüzüne yazdıkları öykülerini kaleme alıp, kağıda dökemedim. Sonunda, onların öykülerinin, yazılabilecek kadar sıradan olmadığını anladım.
Hakan Evrensel, Güneydoğu’dan Öyküler.